ruk.ayd
 

RUKİYE AYDOĞDU

MÜ'MİNİN AYRICALIĞI: ŞÜKÜR VE SABIR

Mü’minin durumu ne kadar da (ilginç) hoştur. Onun her hali hayırdır ve bu durum sadece mümin olan kimseye hastır. Eğer sevinecek bir durumla karşılaşırsa şükreder ve bu kendisi için hayır olur. Şayet bir sıkıntıya düçar olursa sabreder ve bu da onun için hayır olur.”(H.Şerif)

Alemlerin Rabbine iman ederek ruhunu iman nuruyla aydınlatan mü’minin his ve düşünce dünyasıyla diğer insanlardan farklı yönleri bulunmaktadır. Allah’a teslim olarak iman eden mü’minin dünyaya bakış açısı¸ insanları ve olayları değerlendirme şekli bu teslimiyete bağlı olarak şekillenmektedir. En emin varlığa sığınan mü’min böylece kendisinden emin olunan kişi olarak tanımlanmıştır. Mü’minlerin özellikleri Kur’an-ı Kerim’de geniş biçimde anlatılmakla birlikte¸ Müslümanlar için en güzel örnek olan Peygamberimizde (s.a.v) müşahhas hale gelmiştir. Bunun yanında hadislerde de mü’minin nasıl olması gerektiği konusu işlenmiş ve bir mü’min portresi çizilmiştir.
Muteber hadis kaynaklarımızdan İmam Muslim’e ait el-Camiu’s-sahih adlı eserin Zühd¸ İmam Dârimî’nin ise Sünen isimli eserinin Rikâk bölümlerinde yer alan bir hadiş inanmış insanın diğer insanlardan ayrılan çok önemli bir özelliğini ortaya koymaktadır: “Mü’minin durumu ne kadar da (ilginç) hoştur. Onun her hali hayırdır ve bu durum sadece mümin olan kimseye hastır. Eğer sevinecek bir durumla karşılaşırsa şükreder ve bu kendisi için hayır olur. Şayet bir sıkıntıya düçar olursa sabreder ve bu da onun için hayır olur.” 1
Hadisin Dârimi’den nakledilen bir rivayetinde Hz. Peygamber’in ashabıyla birlikte otururken gülümsediği ve ashabına “Bana niçin güldüğümü sormayacak mısınız” şeklinde bir soru yönelttiğinden söz edilir. Daha sonra da Hz. Peygamber’in yukarıdaki hadisi dile getirdiği aktarılır. Hadiste yalnızca mü’min olmanın şuuruna varmış kişilerde bulunan bir özellik zikredilmiştir. Buna göre mü’min olan kişi¸ her işinde hayrı gözetmekte¸ hayatını hayır dairesinde yaşamaktadır. Hayır ise şerrin karşıtı olup din ve dünya için iyi¸ faydalı¸ salih olan amelleri kapsamaktadır. Mü’min olmayanlar için geçerli olmayan bu durum muhakkak ki ilginç sayılır. Zira nimete şükreden her halükarda kazançtadır. Kaybetmek diye bir şey söz konusu değildir. Şükredip belalara sabrederse hayra erişmiş olmakta; şükür ve sabır hayır getirmektedir.
Allah-u Teâl⸠insanı mükemmel biçimde yaratmış¸ sınırsız nimetler ihsan ederek alemi onun hizmetine sunmuştur. Bunun karşılığında ise kendisine hamd edilmesini arzu etmiştir. Ancak çoğu zaman gaflet içinde bulunan insanoğlu¸ bir oyun ve eğlenceden ibaret olan bu dünya hayatında geçici¸ aldatıcı nimetlere dalmış¸ lütfun sahibini¸ nimetleri var eden Yüce Yaratıcıyı hatırlamaz olmuştur. Rabbinin ihsanına şükretmeyi ihmal eden insanın elinden nimetler alındığında ise hemen isyan yoluna sapmıştır. Fecr suresinde bu durum şöyle ifade edilmektedir: “İnsan¸ Rabbi imtihan için bol nimet verdiğinde ‘Rabbim bana ikram etti’ der¸ onu imtihan edip rızkı daralttığında ise ‘Rabbim bana değer vermedi’ der.” 2 Oysa verilen nimetlere şükretmekle birlikte¸ musibetlere sabretmek de var oluş imtihanın parçasıdır. İşte mü’min bu imtihanın farkında olan kişidir¸ bu yüzden de onu diğer insanlardan ayıran¸ hayret edilecek bir durumu vardır. Zira mü’min olan kişi hamdın alemlerin Rabbi olan Allah’a has olduğunu bilmekte¸ hem kalbî¸ hem de fiilî olarak şükrünü eda etmektedir. Bununla birlikte mülkün gerçek sahibi olan Rabbi lütfunu esirgediğinde veya başına bir musibet geldiğinde yine O’na sığınmakta¸ bu kez şükrün yerini sabır almaktadır. Ayette de belirtildiği üzere bu durum kulları sınamak için bir imtihandan ibarettir: “Andolsun ki¸ sizi biraz korku ve açlıkla¸ bir de mallar¸ canlar ve ürünlerden eksiltmeyle deneriz. Sabredenleri müjdele!” 3 Şükür gibi imandan kaynaklanan bir durum olan sabırda da mü’min kulluk şuuruyla hareket ederek imtihanın farkına varır ve Rabbine sığınır¸ O’na tevekkül eder.
İnsana sabırdan daha hayırlı bir lütuf verilmediğini 4belirten Peygamberimizin (s.a.v) hayatı da diğer peygamberler gibi sabırla imtihanın örnekleriyle doludur. Musibetlerin en ağırını sabırla göğüsleyen Peygamberimiz (s.a.v)¸ aynı zamanda Rabbine şükreden bir kulun nasıl olması gerektiğini de göstermiştir. Onu örnek alarak sabır ve şükrü ifa eden insanların¸ gönüllerindeki gaflet sisi kalkmakta ve belalara da şükreden bir duruma gelebilmektedir. Divan’ında çeşitli şekillerde sabır ve şükür konularını ele alan Hulûsi Efendi de belayı ihsan olarak tanımlamakta ve ehl-i idrak olabilme adına Hak’tan gelen her belanın sabırla karşılanmasını öğütlemektedir:
Sabr edip Hak’tan gelen cümle belaya râzı ol¸
Dosttan ihsandır deyuben ehl-i idrak olagör…5
Musibetleri bahtiyarlık olarak gören Hulûsi Efendi¸ acıyı bal eyleyerek şükretmenin bir vesilesi haline getirmekte¸ varlığı ve yokluğu bir tutup bütün nimetlerden öte en özge kârın O’nun aşkı olduğunu şu şekilde ifade etmektedir:

Zehr ise de nimetine şâkir ol
Gece gündüz Hâlik’ına zâkir ol
Varlığı yokluğu bir tut hâzır ol
Aşık isen özge kârın olmasın
Yar olup her varı varın olmasın 6
İmanla nurlanan hayatı hayırla yaşamanın yolu ise açıktır: Çok şükür ve çok sabır
.

Dipnotlar

1- Müslim¸ Zühd 13¸ had. no: 64 ; Dârimî¸ Rikak 61¸ had. no: 2777.
2- Fecr¸ 89/15-16.
3- Bakara¸ 2/155.
4- Buhârî¸ Rikak 20¸ had. no: 6470; Zekât 50¸ had. no: 1469; Müslim¸ Zekât 42¸ had. no: 124.
5- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Divân-ı Hulûsî-i Darendevî¸ İstanbul¸ 1986¸ s. 61.
6- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Divân-ı Hulûsî-i Darendevî¸ İstanbul¸ 1986¸ s. 165.
                                                                                                 İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

KUTLU ZAMAN RAMAZAN

Ramazan geldiğinde cennet kapıları açılır¸ cehennem kapıları kapanır; şeytanlar ise zincire vurulur…” 1

Kur’an-ı Kerim’de üzerine yemin edilerek değer atfedilen¸ insanoğlunun ise daha çok yokluğunda değerini bildiği bir hazinedir zaman. Zaman kavramı¸ başlı başına önemli olmakla birlikte¸ bazı zaman dilimleri daha özel anlamlar taşıyabilmektedir. Asırlar içerisinde Asr-ı Saâdet özel olduğu gibi¸ günlerden Cumanın¸ gecelerden Kadir gecesinin¸ aylardan ise Ramazan’ın çok ayrı bir yeri bulunmaktadır.
Müminler için kulluk ve sabır ayı olan Ramazan-ı Şerif ile rahmete susayan gönüller yeşermekte¸ ruhlar bu mana ikliminde her yıl yeniden tazelenmektedir. Peygamberimiz¸ (s.a.v) bu ayın feyzini Buhâri¸ Muslim ve Nesâî gibi hadisçilerin Savm bölümünde naklettikleri bir hadislerinde şöyle ifade etmektedir:
“Ramazan geldiğinde cennet kapıları açılır¸ cehennem kapıları kapanır; şeytanlar ise zincire vurulur…” 1
İmam Muslim rivayetinde “Ramazan geldiği zaman göğün rahmet kapıları açılır” şeklinde yer almaktadır. Hadiste Ramazan’ın manevi havası içerisinde insanların ibadetlerle daha fazla meşgul olmaları¸ hayır ve hasenata yönelmeleri sonucu daha çok Allah’ın rahmetine nâil olacakları¸ böylelikle adeta cennet kapılarının açılmış olması anlatılmak istenmektedir. Gerçekten de Ramazan’da gönüller Kur’an’la nurlanmakta¸ nefisler oruçla terbiye edilmekte¸ yapılan hayır ve hasenatla yüzler gülmekte ve cennetin kokusu bir ay boyunca inananlar tarafından hissedilmektedir.
Ramazan’ın önemi¸ mü’minler için bir rehber¸ rahmet ve müjde olan2 Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmeye başlamasından kaynaklanmaktadır. Cebrail (a.s) ilk vahyi Peygamberimize bu ayda getirmiş ve kendisine risalet görevi bu ayda verilmiştir. İçerisinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinin bulunduğu Ramazan’ın önemi Kur’an’da şöyle belirtilmiştir: “Ramazan ayı¸ insanlara yol gösterici¸ doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.“3
Kur’an ayı olan Ramazan’da yalnız okunan mukabelelerle yetinilmemeli¸ ruhlar onunla tazelenmeli¸ yeniden hayat bulmalıdır. Ramazan aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in hayatımızla daha çok bütünleştiği¸ onun ayetlerinin zihinlerimize nakşedildiği ay olmalıdır.
On bir ayın sultanına ulaşmış olmanın şükranı olarak¸ Ramazan’da oruçlar tutulur. Bu aynı zamanda sabır imtihanından geçmektir. Oruç¸ insanın yalnız Rabbinin rızasını gözeterek kendine hakim olması¸ bu yolla kendini terbiye etmesidir. İnsanın kemal yolculuğunda zor ama eğitici bir yöntem olan oruç ile vücut aç kalsa da¸ ruh manevi yönden doyuma ulaşmaktadır. Zira oruç yalnız yemeden içmeden uzaklaşmak demek değildir¸ kişinin eline¸ diline¸ kalbine hakim olması¸ tüm uzuvlarını haramdan korumasıdır. Böylece beden için sıhhat kaynağı olan oruç¸ aynı zamanda bencillik¸ yalan¸ hırş cimrilik¸ hased gibi manevi hastalıklara da şifa olabilmektedir. Böyle olmaması halinde tutulan oruçların bir değerinin olmadığı¸ sevgili Peygamberimizin bir hadisinde şöyle ifade edilmektedir:
“Yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmayan kimsenin¸ yemesini içmesini bırakmasına Yüce Allah değer vermez.”4
Maddi ve manevi arınma şuuruyla tutulan oruçlar vesilesiyle Peygamberimiz’in (s.a.v) “Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa¸ geçmiş günahları bağışlanır”5 müjdesine nâil olunabilir.
Ramazan¸ aynı zamanda insanların ibadetlerle yoğunlaşarak manevî bir arınmanın gerçekleştiği aydır. Ramazan’da kulluk şuuruna varan insanlar¸ hem bireysel hem de toplumsal olarak yenilenmekte¸ bu ayın feyiz ve bereketinden nasiplenmektedirler.
Kur’an ve oruç ayı olmasının yanında Ramazan¸ mü’minler için kardeşlik duygularının doruğa ulaştığı bir infak ayıdır. Bu ayda iftar sofralarında bir araya gelen gönüller kaynaşmakta¸ verilen zekat ve sadakalarla insanlar arasında dayanışma sağlanmaktadır. “Ramazan ayında bir oruçluya iftar yemeği veren kimseye¸ oruç tutan kimse kadar sevap yazılır¸ oruç tutan kimsenin sevabından hiçbir şey eksilmez”6 hadisinde belirtilen mükâfata ulaşmak için ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatılmaktadır. Rahmet ayında kalpler yumuşamakta¸ şefkat¸ merhamet ve cömertlik hislerinin yoğunlaşmasıyla yoksulların¸ kimsesizlerin yüzü gülmektedir. Aynı zamanda¸ tutulan oruçlar sayesinde insanlar nimetin kadrini bilmeyi öğrenmekte¸ çevrelerindeki muhtaçların durumunu daha iyi anlayabilmektedirler.
Her yeni Ramazan¸ yeni bir başlangıç olmalıdır. Bu ay¸ aynı zamanda ömürlerin muhasebesinin yapıldığı¸ insanların eksikliklerinin farkına vararak yenilendiği bir diriliş mevsimidir. Ramazanda yapılan hasbihalle daha şuurlu bir kul olma yolunda adımlar atılmalıdır.
Bir yıl boyunca özlemle beklenen kutlu zamanlar için kalpler hazırlanmalı¸ Ramazan layık olduğu şekilde karşılanmalıdır. Her biri altın değerinde olan bu zaman dilimi en iyi şekilde değerlendirilmelidir. Sahurlarla¸ terâvihlerle¸ oruçla¸ gönülden niyazlarla dolu dolu geçirilip ihya edilmelidir.

Dipnotlar
1- Buhârî¸ Savm¸ 5¸ had. no: 1898; Muslim¸ Sıyâm¸ 1¸2¸ had. no: 1079; Nesâî¸ Sıyâm¸ 3¸ had. no: 2099.
2- Nahl 16/89.
3- Bakara¸ 2/185.
4- Buhârî¸ Savm¸ 8¸ had. no:1903.
5- Buhârî¸ Savm¸ 6¸ had. no: 1901.
6- Tirmizî¸ Savm¸ 82¸ had. no: 807.
                                                                                                  İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

              ALLAH'IN RIZASI¸ EBEVEYNİN RIZASINDADIR

Allah'ın rızası anne ve babanın rızasındadır. Allah'ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.”
(Tirmizî¸ (25) Birr¸ 3¸ had. no: 1899.)

İnsan¸ kendisini yoktan var ederek en üstün sıfatlarla donatan¸ türlü nimetler bahşeden Rabbine karşı sorumludur. Yüce Yaratıcı insanı engin rahmetiyle kuşatmış¸ keremiyle lütuflandırmıştır. Bunun karşılığında insan¸ Rabbine itaat ederek şükrünü ifade etmelidir. Ayetlerde ve hadislerde Allah’a iman ve itaatle birlikte zikredilen ve üzerinde önemle durulan hususlardan biri de anne ve babaya itaat konusudur. Zira Allah Teâlâ’dan sonra üzerimizde en çok anne ve babamızın hakkı bulunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de Allah’a kulluk görevinin hemen sonrasında anne babaya iyi davranma zikredilerek konunun önemi vurgulanmıştır: “Rabbin sadece kendisine ibadet etmenizi¸ anne babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi sizin yanınızda yaşlanırsa kendilerine “öf!” bile deme; onları azarlama ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve ‘Rabbim¸ küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse¸ şimdi de sen onlara öyle rahmet et’ diyerek dua et” 1 Ayette kesin biçimde anne babaya itaatle birlikte¸ yumuşak davranma¸ rıfkla muamele emredilmektedir. Bunun ölçüsü de oldukça dikkat çekici bir üslupla belirlenmiş ve onlara “öf!” bile demek yasaklanmıştır. Zira onların kendi benliklerinden geçerek yaptıkları fedakârlıkların karşılığı ancak bu şekilde ödenebilir. Ayette işaret edildiği üzere insan¸ küçüklüğünde gördüğü şefkatli muamelenin karşılığını zamanı geldiğinde ebeveynine göstereceği sevgi ve saygıyla vermelidir.
Hadis kitaplarında Edeb veya Birr başlıkları altında anne ve babaya iyilikle ilgili birçok rivayet zikredilmektedir. Bu rivayetlerde anne-baba hakkının Allah’a imanla birlikte ele alınması dikkat çekmektedir. Tirmizî’nin Birr bölümünde zikrettiği “Allah’ın rızası anne ve babanın rızasındadır¸ Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir” 2hadisinde özetlendiği üzere¸ Allah’ın rızası anne ve babanın hoşnut ve razı olmasına bağlanmış¸ onların huzursuzluğunun Allah’ın gazabına neden olduğu belirtilmiştir.
Çocuklarının bedenî ve rûhî ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına gece gündüz hiç yorulmadan¸ maddi manevî imkanlarını ortaya koyan anne ve babaya iyi muamelede bulunmak¸ ibadetlerin en yücesidir. Hz. Peygamber’e Allah’a en sevimli gelen ibadetin hangisi olduğu sorulduğunda ilk olarak vaktinde kılınan namaz¸ sonra anne babaya iyilik¸ ardından da cihad zikredilmiştir. 3
Dinin direği olarak tanımlanan namaz ibadetinin arkasından ebeveyne iyiliğe yer verilmesi konunun önemini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bir başka hadiste de¸ kebâir olarak tanımlanan büyük günahlar arasında Allah’a ortak koşmanın sonrasında anne babaya isyan etme zikredilmiş¸ böylece kesin biçimde anne babayı incitecek davranışlar yasaklanmıştır. 4
Ayet ve hadislerde anne ve babaya itaatin üzerinde durulmakla birlikte¸ anne hakkı ayrıca ele alınmıştır. Zira annelerin çocukları üzerinde herkesten fazla emeği bulunmakta¸ yavruları üzerinde en derin şefkat ve merhamet hissini anneler taşımaktadır. İnsanlar içinde iyilik etmeye en layık olan kişi sorulduğunda Peygamberimiz’in (s.a.v) üç defa anneyi¸ dördüncüsünde ise babayı zikretmesi5 bunun göstergesidir. Lokman sûresinde de annelerin ayrıcalığı şöyle ifade edilmektedir: “Biz insana¸ annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: Hem Bana¸ hem de annene babana şükret¸ unutma ki sonunda Bana döneceksiniz.” 7 Ayette de işaret edildiği üzere¸ anneler yavrularını dünyaya getirmeden önce türlü zorluklara katlandıkları gibi¸ dünyaya getirdikten sonra da İlâhî rahmetin insanda tecellisinin en güzel örneğini sergileyerek şefkatle beslemişler¸ büyütmüşlerdir. Annelerin hakkının ancak cennetin onların ayaklarının altına serilmesiyle ödenebileceğini “Cennet annelerin ayakları altındadır” 8 rivayeti ifade etmektedir. Divan’ında farklı şiirlerle anne baba sevgisini işleyen merhum Hulûsi Efendi¸ kimi zaman da manzum hadislere yer vermiştir. Zikri geçen rivayet de Divan’da mısralara şu şekilde yansımaktadır:
Bir hadisinde buyurmuş Fahr-i âlem
Nicedir kıymet-i ümm kadr-i peder incinme
Ümmühâtın kadem-i tahtıdır buyurmuş cennet¸
Öpmeye pâyını bu müjde yeter incinme 9
Varlık sebebimiz anne babalarımızın değerini bilmek hem dinî hem de insanî görevimizdir. Çağımızın yozlaşan dünyasında onları gözyaşları içinde yalnızlığa terk etmek ise Müslüman kimliğine yakışmamaktadır. Buna göre¸ rızalarını kazanmak ve dualarında kendimize yer bulmak adına onlara layık oldukları şekilde davranmak gerekmektedir. Hz. İbrahim’den öğrenilen şekilde evlatlar da namazlarında ebeveynlerine dua etmelidirler: “Ey Rabbimiz! Beni¸ annemi¸ babamı ve bütün müminleri kıyamet günü bağışla.” 10

Dipnotlar
1- İsr⸠17/23-24.
2- Tirmizî¸ Birr¸ 3¸ had. no: 1899.
3- Buhârî¸ (78) Edeb¸ 1¸ had. no: 5970; Müslim¸ (1)
İman¸ 36¸ had. no: 135.
4- Buhârî¸ (78) Edeb¸ 6¸ had. no: 5976; Müslim¸(1)
İman¸ 38¸ had. no: 143¸ 144.
5- Buhari¸ (78) Edeb¸ 2¸ had. no: 5971; Müslim¸ (45) Birr
6- Buhari¸ (78) Edeb¸ 2¸ had. no: 5971; Müslim¸ (45) Birr¸ 1¸ had. no: 1.
7- Lokman¸ 31/14.
8- Heysemî¸ Mecmau'z-Zevâid¸ Dâru'l-Fikr¸ Beyrut¸ 1412¸ 8/256¸ had. no: 13400; Kudâî¸ Müsnedu'ş-Şihâb¸ Müessesetu'r-Risale¸ Beyrut¸ 1986¸ 1/102¸ had. no: 119.
9- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulusi¸ Mektubât-ı Hulûsi-i Darendevî¸ Ankara¸ 1996¸ s. 61.
10- İbrahim¸ 14/ 41.
                                                                                                 İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

PEYGAMBERİMİZ HAK VE YÜKÜMLÜLÜKLERİMİZİ HATIRLATIYOR

Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır:
- Selam verenin selamını almak¸
- Hasta olanı ziyaret etmek¸
- Cenazesinde hazır bulunmak¸
- Davetine icabet etmek¸
- Aksırana rahmet ile duada bulunmak.”
Buhârî¸ Cenâiz¸ 2¸ had. no: 1240.

İnsan varlık aleminde¸ akıl¸ idrak ve vicdanıyla diğer tüm yaratılmışlardan farklı bir yere sahiptir. Bu yerin gereği olarak bazı¸ hak ve sorumluluklarla muhataptır. Hak var olmanın ve varlıkla ilişkide olmanın en temel mefhumudur. Üzerimizde Yüce Yaratıcımızın¸ kendi nefsimizin¸ anne babamızın¸ akrabalarımızın¸ komşularımızın ve derece derece bütün mevcudatın hakkı bulunmaktadır. Kadınların erkekler üzerinde hakları bulunduğu gibi¸ erkeklerin de kadınlar üzerinde hakkı bulunmaktadır. Bu itibarla mahlukâta rahmet bağıyla bağlı olan ve hikmet nazarıyla bakan Müslüman¸ yoksulların¸ kimsesizlerin¸ yetimlerin¸ hatta hayvanların hakkına riayet etmelidir. İnsanı insan olmasından dolayı mükerrem kılan İslâm dinine göre herkesin can¸ mal¸ din¸ akıl ve nesil dokunulmazlığı vardır İslâm’da Hak kavramı ilâhi bir temele sahip olması¸ haklara riayet etmeyi de dînî/insani bir vecibe haline getirmektedir.
Haklar konusunda üzerinde durulması gereken bir husus da¸ İslâm kardeşliğinden kaynaklanan¸ müslümanın müslüman üzerindeki hakkıdır. Müslüman olsun olmasın genel olarak kul hakkı mefhumunu getiren dinimiz¸ Müslümanların birbiri üzerindeki insani ve imani yükümlülüklerine özel olarak vurgu yapmıştır. Gerek Kur’an-ı Kerim’de¸ gerekse Hz. Peygember’in hadislerinde bildirilen bu nevi hak ve ödevler aralarında inanç bağı bulunan mü’minlerin ilişkilerini düzenlemeye yöneliktir. Mûteber hadis kaynaklarımızda yer alan bir hadiste müslümanın Müslüman üzerindeki beş hakkından bahsedilmiştir. Bunlar arasında; selam verenin selamını alıp karşılık vermek¸ hasta olanı ziyaret etmek¸ cenazesinde hazır bulunmak¸ davete icabet etmek¸ aksırana rahmet ile duada bulunmak zikredilmiştir.1 Hadisin bir diğer kanalında mü’min kardeşine nasihatte bulunmak da sayılmıştır.2
Hadiste zikredilen bütün bu unsurlar¸ müslümanlar arasındaki sevgiyi artıracak¸ kardeşlik bağlarını güçlendirecek davranışlardır. Zira Hz. Peygamber selam konusunda bir hadislerinde “Hayatımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki¸ iman etmediğiniz müddetçe cennete girmezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş sayılmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız“3 buyurmuşlardır. Bunun yanında hasta ziyareti ve davete icabet etmek de dayanışmayı perçinleyen davranışlardır.
İslam inanç ve kültüründe sıla-i rahim başta olmak üzere insanlarla ilişkileri devam ettirme özenle tavsiye edilmiştir. Hadis kitaplarımızın özellikle Birr ve Sıla bölümlerinde bunun önemini belirten pek çok hadise yer verilmiştir. Buna göre Müslüman¸ insanlardan kopuk olan¸ çevresine karşı duyarsız bir kimse değildir. Aksine yakın çevresinden başlamak üzere tüm insanlarla iyi ilişkiler içinde bulunan ve hayatı sevinçle paylaşan bir varlıktır.
Hadiste sayılan aksırana rahmet dilemek ve cenazeye katılmak da müslümanın insani görevlerindendir. Müslüman insan din kardeşini ebedî yolculuğuna uğurlamalı¸ ona karşı son görevini yerine getirmelidir; yalnızca iyi günlerinde yanında bulunmamalı¸ acılarını da paylaşmalıdır. Şüphesiz ki müslümanın birbirleri üzerindeki hak ve ödevleri bunlardan ibaret değildir. Sevgili Peygamberimiz¸ her vesileyle insanları birbirlerine yaklaştıracak¸ aralarında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayacak tavsiyelerde bulunmuştur. Asr-ı Saadet’te muhacir-ensar kardeşliğinde müşahede edilen bu bağlılığın gerçekleştirilmesi için insanların Allah için birbirlerini sevmeleri tavsiye edilmiş¸ aralarında kin ve husumete neden olabilecek davranışlar ise nehyedilmiştir. Bir hadislerinde Rasûl-i Ekrem efendimiz bu kardeşliği şöyle tanımlamaktadır: Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez¸ onu düşmanına teslim etmez. Kim mü’min kardeşinin bir ihtiyacını giderirse¸ Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa¸ Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim müslümanın bir kusurunu örterse¸ Allah da kıyamet günü onun bir kusurunu örter.4
Böylece mü’minler bir binanın taşları gibi kenetlenmiş olurlar.
Müslüman İslâm’ın yüksek insani değerlerini özümseyerek rahmet timsali erdem insanı olur ve bu rahmet ile insanlara yaklaşır¸ onları gözetir. Bu şekilde hak yemeyen¸ gönül incitmeyen¸ elinden ve dilinden emin olunan kâmil insan ortaya çıkar. Böylece mü’minler de tek bir vücut gibi olurlar ve birinin duyduğu acıyı¸ vücudun organları misali diğer mü’minler de duyar.
Allah’a imandan sonra mahluk-u Hüda’ya şefkat umdesi kadar güzel bir şey olmadığını dile getiren Hulûsi Efendi¸ yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevme mesajları vermektedir. Bu şekilde birbirlerini seven ve birbirlerinin haklarına duyarlı insanlar hedeflenmektedir: ” İnsan bütün mahluk-u Hüdâ’ya karşı bir hiss-i samimiyetle hürmette bulunmalı¸ Allah-u Teâla’nın mahlukâtına muhabbet ve hürmet göstermelidir. Her insan sevdiği zâtın etbâ’ını¸ mensuplarını da sever. Onlara karşı kalben bir husûmet beslemez. Artık nasıl olur da insan¸ sevdiği Hâlık-ı zîşanın mahlukatını sevmez. Onlara karşı bir muhabbet ve hürmete mütehassıs bulunmaz. Böyle hiss-i insaniyeden mahrum olan gönüller ruhsuz bir cisim gibidir. Bir gönül ki¸ mana ruhundan¸ maneviyat ziyasından aydın değildir. Ona gönül deme¸ taştır¸ demirdir...”5

Dipnotlar
1- Buhârî¸ Cenâiz¸ 2¸ had. no: 1240; Müslim¸ Selâm¸ 4¸ had. no: 5650¸ 5651; Tirmizî¸ Edeb¸ 1¸ had. no: 2736; İbn Mâce¸ Cenâiz 1¸ had. no: 1433.
2- Müslim¸ Selâm¸ 5¸ had. no: 5651.
3- Müslim¸ İmân¸ 22¸ had. no: 93.
4- Buhârî¸ Mezâlim¸ 3¸ had. no: 2442; Müslim¸ Birr¸ 15¸ had. no: 58.
5- Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi¸ "Hutbeler"¸ Ankara¸ 2000¸ s. 148.
                                                                                                 İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

HAKLARI GÖZETMEK!

Hz.Peygamber¸ Abdullah b. Amr İbn As'a şöyle demiştir:
"Şüphesiz senin üzerinde eşinin hakkı vardır¸ ziyaretçilerinin hakkı vardır¸ kendi bedeninin de senin üzerinde hakkı vardır..."
Buhâri¸ (30) Savm¸ 55¸ 57¸ had. no:1968

Alemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in tüm mahlukata olan sınırsız merhamet ve muhabbetini her sözünde¸ her amelinde müşahede etmek mümkündür. Özellikle ashabıyla sohbetlerinde¸ onlara rıfkla muamelesinde¸ şefkatinde bu durum açıkça görülmektedir. Hz. Peygamber'in ashabına olan düşkünlüğünü ve ilgisini Abdullah b. Amr'a tavsiyelerinde de görmek mümkündür.
Müslim'in Savm bölümünde naklettiği rivayete göre Abdullah b. Amr¸ devamlı olarak gündüzleri oruç tutmakta¸ geceleri ise ibadetle geçirmektedir. Bu durum Hz. Peygamber'e ulaştığında şöyle buyurmuştur: "Senin gündüzleri oruç tuttuğun geceleri ise namaz kıldığın haberi bana ulaştı. Böyle yapma! Çünkü senin üzerinde eşinin hakkı vardır¸ ziyaretçilerinin hakkı vardır¸ kendi bedeninin de senin üzerinde hakkı vardır. Abdullah b. Amr'ın bu şekilde davranmakta ısrar etmesi üzerine Hz. Peygamber ona Davud (as) orucunu¸ yani bir gün oruç tutup bir gün tutmamayı¸ yedi günde bir hatmetmeyi¸ bunda da aşırıya kaçmamayı tavsiye etmiştir. Rivayetin sonunda Abdullah b. Amr'ın ihtiyarlayıp gücünü yitirdiğinde bu ruhsata uymadığı için pişman olduğu nakledilmektedir.
Allah-u Teal⸠kainatı belli bir düzen dahilinde yaratmış¸ insanlara da davranışlarında dengeli ve düzenli olmalarını öğütlemiştir. Hz. Peygamber'in hadislerinde de konuşma tarzından yeme-içme alışkanlığına¸ giyinmekten ibadetlere varıncaya kadar her konuda ölçülü ve dengeli olunması tavsiye edilmektedir. Hz. Peygamber her vesileyle insanların sevgi¸ nefret¸ öfkede ve benzeri duygu ve düşüncede aşırılıklarını önlenmeye çalışmıştır. İbadetlerde aşırılık da yasaklanmıştır. Hz. Peygamber¸ Abdullah b. Amr'a bu konuda tavsiyelerde bulunmakta ve insanın yalnız ibadetleri yerine getirmekle değil¸ ailesine ve çevresine karşı da sorumlu olduğundan bahsetmektedir. Hadiste kişi üzerinde eşinin¸ misafirlerinin¸ ve kendi bedeninin hakkı olduğu zikredilmektedir. Hadisin farklı versiyonlarında kişinin çocukları¸ gözleri ve nefsi de hakkı olanlar arasında sayılmaktadır. Buna göre insan¸ ailesini ve çevresini ihmal edecek veya sağlığını olumsuz yönde etkileyecek şekilde ibadetlerde aşırılığa kaçmamalıdır. Şüphesiz ki kişi üzerinde eşinin ve çocuklarının hakkı bulunmaktadır. İnsan¸ onlara iyi muamelede bulunmak ve geçimlerini temin etmekle sorumludur. Bunun yanında ailesine¸ akrabalarına¸ komşularına karşı başka insanî ve sosyal vazifeleri bulunmaktadır. İslâm dini tüm bunları inceden inceye düzenlemiş ve ana-baba hakkı¸ komşu hakkı¸ kul hakkı şeklinde sınıflandırarak sevgi ve saygı temelinde bir sosyal hayat önermiştir. Ayrıca insan kendi nefsine karşı da sorumludur¸ vücudu üzerinde de istediği şekilde tasarrufta bulunamaz; çünkü emanet aldığı bedenin de üzerinde hakları vardır. Buna göre kişi¸ her hak sahibine hakkını vermelidir.
Hz. Peygamber'in hayatında insani bütün yükümlülüklerini en güzel şekilde ifa ettiğini görmekteyiz. O¸ Rabbine karşı olan vazifelerini yerine getirip Rabbinin razı olduğu bir kul olmasının yanında hem bir aile reisi¸ hem devlet başkanı¸ hem ordu komutanı hem de insanlığa rehber olarak gönderilmiş son peygamberdir. İbadete düşkün olmasına¸ hatta her anını ibadet bilinciyle geçirmesine rağmen ne ailesini¸ ne ashabını ihmal etmiş¸ ne de sağlığını bozacak derecede aşırıya kaçmıştır. Ashabından bazısının aşırı gittiklerini duyunca şöyle buyurmuştur: "Ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve günahlardan en çok korunanınızım. Bununla beraber bazen oruç tutarım bazen tutmam. Gecenin bir kısmında kalkar namaz kılarım; bir kısmında yatar uyurum. Kadınlarla da evlenirim. İşte benim sünnetim budur. Her kim benim bu yolumdan gitmez de ondan yüz çevirirse benden değildir." (Buhâri¸ (67) Nikah¸ 1¸ had. no: 5063) Bunun yanında İslâm'da herkesin gücü nispetinde ibadet etmesi esastır¸ kimseye gücünün üstünde yük yüklenmez. İbadetler konusunda ise az da olsa devamlı olanının makbul olduğu bildirilmiştir.
İslâm dini kişinin dünyadaki bütün tutum ve davranışlarının¸ hatta niyet ve tasavvurlarının ahiret hayatını belirleyen unsurlar olduğunu kabul eder. Dünyadan bütünüyle yüz çevirerek¸ ibadete yönelme yerine halkın arasında Hakk'la beraber olma önerilmiştir. Dolayısıyla İslâm’da ruhbanlık yoktur¸ insanın Rabbine karşı olduğu kadar çevresine karşı da vazifeleri vardır. Buna karşılık dinimiz ahiret hayatını sürekli hatırlatarak insanların dünyevileşmesini ve adeta dünya ve maddeye tapar hale gelmelerini önlemek istemiştir. Buna göre Müslüman olan kişinin hayatının dengeli olması gerekir.
                                                                                                  İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

                               GERÇEK İFLAS

iman ve amel arasında ayrılmaz bir bağ kurmuştur. Allah’a¸ ahiret gününe ve diğer inanç umdelerine iman eden insanın bunu amelleriyle de belli etmesi gerekir. ‘Amel’den maksat ise sâlih yani iyi olan davranışlardır.”

Ebû Hureyre (ra)’dan¸ Rasûlullah şöyle buyurdu:
-“Müflis kimdir¸ biliyor musunuz?” Bunun üzerine orada bulunanlar : Bize göre müfliş parası ve malı olmayan kimsedir¸ dediler. Rasûlullah: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi; kıyamet günü namaz¸ oruç ve zekât sevabıyla gelip; şuna sövdüğü¸ buna iftira ettiği¸ şunun malını yediği¸ bunun kanını döktüğü¸ şunu dövdüğü için iyiliklerinin sevabı şuna-buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları bittiği için de hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” buyurdular. 1
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) cevami’ul kelîm yani az sözle çok şey anlatmasıyla ve benzersiz üslubuyla muhatabları üzerinde etkili olmuştur. Sözü kalplere iyice yerleştirmek için benzetmelerden¸ kıssalardan¸ karşılaştırmalardan yararlanmış¸ bunu yaparken de muhatabın seviyesini sürekli göz önünde bulundurmuştur. Kimi zaman da konu üzerine dikkatleri çekmek için soru-cevap yöntemini tercih etmiştir. “Müflis hadisi” olarak bilinen rivayette de sevgili Peygamberimiz ashabın dikkatini çekmek için önce “Müflisin kim olduğunu biliyor musunuz?” diyerek bir soru yöneltmiş¸ sonra konuyla ilgili açıklamalarda bulunmuştur
Malı ya da parası olmayan¸ iflas eden kişi anlamına gelen müflis tabiri¸ İslâm hukukunda borcu malından¸ gideri gelirinden daha çok olan kimse şeklinde anlaşılmıştır. Hadiste de buna benzer bir tanımlama yapılarak gerçek müflis namaz kılıp oruç tuttuğu halde insanlara haksızlık etmesi nedeniyle amelleri zâyi olan kişi şeklinde tanımlanmıştır. Hz. Peygamber¸ bu hadisinde meseleyi geniş bir açıdan ele alarak iflas kavramını maddiyatın dışında¸ manevi iflas anlamında kullanmış ve insanları buna karşı uyarmıştır. Hadiste insanı iflasa götüren şeyler arasında kötü söz söylemek¸ iftira etmek¸ mal gasbetmek¸ kan dökmek¸ dövmek suretiyle insanlara zulmetmek zikredilmektedir. Bunlar İslâm’da kul hakkına müdahale ve zulüm olarak nitelendirilmekte ve İslâm ahlakı ile bağdaşmamaktadır.
İslâm¸ iman ve amel arasında ayrılmaz bir bağ kurmuştur. Allah’a¸ ahiret gününe ve diğer inanç umdelerine iman eden insanın bunu amelleriyle de belli etmesi gerekir. ‘Amel’den maksat ise sâlih yani iyi olan davranışlardır. Bunların başında zorunlu olarak Allah için yapılan ibadetler gelmekle birlikte ahlaki davranışlar da buna dahil olmaktadır. Çünkü sâlih amel kavramı ibadetlerle sınırlı olmayıp¸ kişinin yaptığı tüm iyilikleri kapsamaktadır. Bu yüzden inanmış insanın hayatının merkezinde ahlâkilik esastır. Allah’a karşı olan davranışlarımız yanında¸ insanlara ve tüm varlıklara karşı ahlaki davranma yükümlülüğümüz bulunmaktadır. Elinden ve dilinden insanların emin olduğu kişi olarak tanımlanan Müslüman¸ sadece ibadetlerini yerine getirmekle yetinmemeli¸ sahip olduğu imanın şuuruna varmalı ve bunu davranışlarına da aksettirmelidir. İslâm’ın insanlara çizdiği Müslüman şahsiyet modeli bunu gerektirmektedir. Buna göre müslüman müslümanın kardeşidir¸ ona zulmetmez¸ kötü söz söylemez¸ kötü muamelede bulunmaz. Kul hakkını çiğnemekten şiddetle kaçınır¸ insanlara iftira etmez¸ aksine kusurları örter. Her fırsatta insanlara sevgi¸ birlik ve beraberlik mesajları veren Peygamberimiz (s)¸ bir hadislerinde “İman etmediğiniz sürece cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmediğiniz sürece de iman etmiş olmazsınız” buyurmaktadır.2 Buna göre imanın tadına varmanın şartlarından biri de insanları Allah için sevmektir. Bir başka hadiste de insanlar kardeş olmaya çağrılmaktadır: “Birbirinize kin gütmeyiniz¸ birbirinize haset etmeyiniz¸ birbirinize darılıp sırt çevirmeyiniz¸ ey Allah’ın kulları¸ kardeş olunuz!”3
İman¸ insanın özünü nurlandırmakta¸ bu nur onun davranışlarına da yansımaktadır. Ayrıca insanları ortak bir duygu ve şuurda birleştirmekte¸ bu şekilde ümmet bilinci oluşturmaktadır. Bu yüzden mü’minin özüyle¸ sözüyle¸ davranışıyla bunu hissettirmesi gerekmektedir. İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerini ahlak¸ sevgi ve saygı temeline oturtan İslâm dininin gereği de budur. Hakk için halkı sevmeyi ve bu yüzden kimseyi incitmemeyi gaye edinen Hulûsi Efendi de¸ Divan’ında konuyla ilgili olarak şu mesajı vermektedir:

Sakın nefsine uyup bir can incitmeyesin
Hüsn-ü edebi koyup bir can incitmeyesin
El ile döğseler de dil ile söğseler de
Bin kez incitseler de bir can incitmeyesin
Hepsi kardeşlerindir¸ yolda yoldaşlarındır
Halde haldaşlarındır¸ bir can incitmeyesin
Beyhûde canın sıkıp¸ insanlığından çıkıp
Dil Kabe’sini yıkıp bir can incitmeyesin.4

Dipnot
1- Müslim¸ (45) Birr¸59¸ III.1997¸ had.no: 2581; Tirmizi¸ (38) Kıyâme¸ 2¸ IV. 612¸ had.no:2418.
2- Tirmizi¸ (38) Kıyâme¸ 56¸ IV. 664¸ had.no:2510.
3- Buhâri¸ (78) Edeb¸ 57-58¸ VIII. 88.
4- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Divân-ı Hulûsî-i Darendevî¸ s. 111
                                                                                                  İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

HAYAT SORUMLULUKTUR

Hepiniz gözetmekle sorumlusunuz; ve hepiniz gözetiminiz altındaki kimselerden mesulsünüz.”
Hadis-i Şerif

İslâm dini¸ insanoğlunun hayat serüveninde yolunu aydınlatacak¸ ona kılavuzluk edecek prensipler sunmaktadır. İnsanın ruh beden sağlığına yönelik¸ kalpleri tezkiye eden¸ ruhları besleyen hükümler içermektedir. Bunun yanında¸ insanların toplu halde yaşamalarını da göz önünde bulundurmakta ve her yönden sağlıklı bir toplum oluşturmayı hedeflemektedir. İslâm dini¸ insanın hem ferd hem de toplum olarak mutluluğunu hedeflediği için aile¸ komşuluk¸ akrabalık ilişkileri üzerinde önemle durmuştur.
Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle başıboş yaratılmayan insan¸1 kendisine¸ Rabbine ailesine ve topluma karşı sorumluluklara sahiptir. Esasında insan canlı ve cansız çevreye karşı sorumludur. İslâm dini¸ insanın yakın çevresine karşı yapması gerekenlerin yanında¸ komşularına¸ yoksullara¸ yetimlere hatta hayvanlara karşı yükümlülüklerinin olduğundan bahsetmektedir. Başta zekat ve sadaka kavramları olmak üzere getirmiş olduğu ilkelerle çağımızın hastalığı olan bencillik ve nemelazımcılığa karşı insanları uyarmaktadır. İslam’ın sosyal sorumluluk anlayışını somut biçimde Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yaşadığı toplumda müşahede etmek mümkündür. Bunun yanında Peygamberimiz (s.a.v)¸ hadislerinde çeşitli misallerle bizlere mesajlar vermektedir. Verilen mesajlarda kimi zaman sözü daha etkili kılmak¸ gönüllere iyice yerleştirmek için benzetmeler¸ örnekler¸ mecazlar ve semboller kullanılmıştır. Gemi/sefîne hadisi şeklinde meşhur olan rivayette gemi benzetmesinde toplumsal sorumluluk ve duyarlılık şöyle ifade edilmektedir:
“Allah’ın koyduğu sınırlara riayet edenlerle¸ onları ihlal edenler¸ bir gemiye yerleşmek üzere kura çeken topluluga benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına¸ bir kısmı da alt katına yerleşirler. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçerler ve yukarıdakiler de bu durumdan rahatsız olurlar. Bunun üzerine alt katta oturanlar: “Hissemize düşen yerden bir delik açsak¸ üst katta oturanlara eziyet vermemiş oluruz” derler. Bu durumda¸ üst katta oturanlar¸ bu isteklerini yerine getirmek için alt kattakileri kendi haline bırakırlarsa¸ hepsi birlikte batar¸ helak olurlar. Eğer onların ellerinden tutarlarsa¸ hem kendileri kurtulur¸ hem de onları kurtarmiş olurlar.” 2
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) çağları aşan bu hadisinde dünya hayatını seyir halindeki gemiye¸ insanları da bu gemi içerisinde tabakalar halinde yaşayan yolculara benzetmiştir. Geminin üst katında daha iyi imkanlara sahip olan aydın kesim bulunurken¸ alt kattakiler sınırlı imkanlara sahip avam grubunu temsil etmektedir. Ancak üst tabaka yardıma ihtiyacı olan alt tabakanın sorumluluğunu taşımaktadır. Bu sorumluluk yerine getirildiğinde gemi kurtulacak¸ ihmal edildiğinde ise bütün yolcularıyla batacaktır. Hadiste toplumun sağlığını tehdit eden olayların küçümsenmemesi gerektiği¸ başlangıçta önemsenmeyen ve bireysel görünen bazı sorunların nasıl tüm toplumu tehdit eder duruma geldiği anlatılmaktadır. Bu anlamda içki¸ kumar¸ zina¸ hırsızlık gibi fiiller her ne kadar bireysel yönleri de olsa aslında birer sosyal afet konumundadırlar. İslâm¸ hem bu tür zararlı fiilleri yasaklamakta¸ hem de “her koyun kendi bacağından asılır” anlayışına karşı çıkarak toplumda bir arada yaşayan insanlar arasında kolektif bir şuur oluşturmaktadır. Buna göre¸ Müslüman eliyle¸ diliyle¸ yahut en azından kalbiyle buğz etmek suretiyle kötülükleri önlemeye çalışmalıdır. Kur’an’ın ifadesiyle¸ iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma insanlar içindeki en hayırlı ümmet olarak tanımlanan Müslümanların görevidir.3 İman şuurunu taşıyan İslâm toplumunda¸ ümmet olma bilincinden kaynaklanan bir birliktelik bulunmalıdır. Bir hadislerinde Müslümanları tek bir vücuda benzeten Resûl-i Ekrem Efendimiz¸ vücudun organlarından birinin acısının diğer organlara ateş ve uykusuzluk şeklinde tesir ettiğini belirterek¸ bir müslümanın acısından da diğerlerinin müteessir olması gerektiğini belirtmişlerdir. 4
İnsan¸ taşıdığı emanetin şuurunda olduğu müddetçe kendine ve diğer Müslümanlara karşı olan sorumluluklarını da ihmal etmeyecektir. Her insan kendine düşen görevi yerine getirdiğinde de bireysel ve toplumsal sorunlar azalacaktır. Bu anlamda¸ Peygamberimiz (s) her insanı birilerini gözetme sorumluluğu olan yetkiliye benzetmektedir: “Hepiniz gözetmekle sorumlusunuz; ve hepiniz gözetiminiz altındaki kimselerden mesulsünüz. Devlet başkanı bir gözeticidir ve idare ettiği insanlardan sorumludur. Erkek ev halkı üzerine bir gözeticidir ve idaresi altındakilerden sorumludur. Kadın kocasının evi ve çocukları üzerine bir gözeticidir ve onlardan sorumludur. Hizmetçi¸ efendisinin malı üzerine bir gözeticidir ve onlardan sorumludur.”5 Hakk için halka hizmet anlayışını benimseyerek hiçbir ayrım yapmaksızın tüm mahluk-u Huda’ya muhabbet besleyen Hulûsi Efendi bu hadise eserinde şöyle yer vermektedir:
“Buyurur işte bir hadisinde büyük rehberimiz / Bizi ikaz ederek şöylece Peygamberimiz / Hepiniz güttüğünüzden olacaksınız mes’ûl / Sen de râisin oğul eyle bu ahkamı kabul.”6
Toplumsal huzur¸ her insanın kendi sorumluluğuyla birlikte toplumsal sorumluluğu da hissedebilmesiyle mümkündür. Günümüz insanının manevi zindanlarından biri olan bencillik ve duyarsızlık ancak bu şuurla aşılabilir.

Dipnot
1- Kıyâme¸ 36.
2- Buhari¸ (47) Sirket¸ 6¸ III/111.
3- Âl-i İmran¸ 110.
4- Buhari¸ (77) Edeb¸ 27¸ VII/77.
5- Buhari¸ (49) Itk¸ 17¸ III/125; (11) Cum’a 11¸ I/215; Muslim¸ (33) İmâre¸ 5 had. no: 1869. Bu ahadisteki “râ‘î” kelimesi Arapçada “çoban” anlamına gelmekle birlikte¸ burada kastedilen onun sorumluluğudur. Bu yüzden biz hadisteki ifadeyi “gözetici” yani¸ sorumluluğu üstlenen kişi şeklinde terceme ettik.
6- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulusi¸ Mektubât-ı Hulûsi-i Darendevî¸ Ankara¸ 1996¸ s. 143.
                                                                                                  İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

HER GÜZEL SÖZ SADAKADIR…

Yarım hurma vermek sûretiyle de olsa cehennemden korunun. Bunu bulamayan hiç olmazsa güzel bir sözle cehennemden korunsun.”Hadis-i Şerif

İslâm dini¸ getirmiş olduğu yüksek insani değerler ile hayatımızın çeşitli yönlerine ışık tutmaktadır. İslâm bu değerler bütünü içerisinde yer alan ibadet içerikli hükümlerin yanı sıra iktisadî¸ hukukî¸ ahlakî v.b. alanlara yönelik verdiği mesajlarla insanın maddi-manevi ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflemiştir. İnsan¸ hayatına bu kuralları göz önünde bulundurarak yön vermekte ve bu sayede Rabbının vaat ettiği huzurlu bir hayata kavuşabilmektedir. İslâm dininde ferdin mutluluğu¸ önemli ölçüde toplumun refah ve huzuruna bağlıdır. Bu ilke¸ İslâm’ın önerdiği pek çok ictimai kavramın da temeli olmuştur. Ferdî ve sosyal yönünün yanında iktisadî ve ahlakî yönü de bulunan Sadaka kavramı da bunlardan biridir.
Arapça’da s-d-k kökünden türeyen Sadaka sözcüğü¸ doğru olmak¸ doğru konuşmak manalarına gelmektedir. Kelime aynı zamanda içtenlik¸ samimiyet ve sadakat manaları da taşır. Dolayısıyla bir müslümanın ‘Sadaka vermesi’¸ onun dininin doğruluğunu¸ özünün temiz ve berraklığını¸ saf ve samimiliğini gösterir.1 İslâmda Sadaka kavramı¸ genellikle farz veya vacip olarak ihtiyacı olanlara yardım etme anlamında Zekat kavramı ile eş anlamlı olarak da kullanılmaktadır. Ancak bu kavram nafile olarak yapılan hayır-hasenât kapsamında çok daha geniş bir anlama delalet etmektedir.
Sevgili Peygamberimizin bazı sözlerinden İslâm’ın Sadaka anlayışını öğrenmek mümkündür. Buna göre;
• İnsanın mü’min kardeşine tebessüm etmesi sadakadır.
• İyiliği emredip¸ kötülükten sakındırmak¸ yolunu kaybeden birine yol göstermek sadakadır.
• Yoldan taş¸ diken¸ kemik gibi insanlara zarar veren şeyleri kaldırıp atmak sadakadır.2
• Bir diğer hadiste buyrulduğu üzere¸ bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan¸ hayvan ve kuşların yedikleri şeyler de¸ o Müslüman için birer sadakadır.3
İslâm’daki sadaka kavramının genişliği şu hadisten daha net biçimde anlaşılmaktadır:
• “Üzerine güneş doğan her gün insanın bir organı için sadaka vermesi gerekir.
• İki kişinin arasında adaletle hükmetmen sadakadır.
• Binitine binmek isteyen bir kimseye yardım ederek¸ ¸bindirmen veya eşyasını yüklemen bir sadakadır.
• Güzel söz sadakadır.
• Namaza giderken attığın her adım sadakadır.
• Gelip geçene sıkıntı veren şeyleri yoldan kaldırman bir sadakadır.”4
Rasûl-i Ekrem Efendimizin bu güzel ve hikmetli sözlerinden anlaşılacağı üzere¸ İslâm’daki Sadaka anlayışı maddi yardımlaşmayı ifade etmekle birlikte¸ maddi imkanı olmayan kimselere de çok çeşitli sadaka(t) imkanları sunmaktadır. Buna göre insan¸ tebessümle ya da güzel bir sözle sadaka sevabı alabilmektedir. Ruhlarımızın sürûru Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyururlar:
•“Yarım hurma vermek sûretiyle de olsa cehennemden korunun. Bunu bulamayan hiç olmazsa güzel bir sözle cehennemden korunsun.” 5
Gerek Kur’an-ı Kerim’de¸ gerekse Efendimiz (as)’in örnek yaşantısı ve sözlerinde üzerinde en çok durulan konulardan birisi de “güzel konuşmak”tır. Kur’an¸ mü’minlerin özellikleri arasında boş söz ve işlerden yüz çevirmelerini¸ sözün en güzelini dinleyerek ona uymalarını zikreder. Güzel söz¸ Kur’an-ı Kerim’de kökü sağlam¸ dalları göğe doğru yükselen bir ağaca benzetilir.6 Bu ağaç¸ her zaman öğüt almaları için insanlara misaller getirmek suretiyle meyvesini verir. Ayetin devamında ise kötü söz¸ yerden koparılmış¸ ayakta durma imkanı olmayan¸ kötü bir ağaca benzetilmiştir. Buna göre mü’min güzel sözleriyle¸ kökü sağlam¸ meyvesi bol bir ağaç gibidir.
Ayrıca gözlerimizin nuru peygamberimiz¸ müslümanı elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu kimse olarak tanımlamıştır. Buna göre mü’min olan kişiye kötü sözler sarfetmekten sakınmak¸ incitici sözler söylememek¸ insanları sözleriyle hayra teşvik etmek yakışır.
Dinimizde insanların gıybetini yapmak¸ boş ve gereksiz konuşmak da yasaklanmıştır. Peygamber Efendimiz¸ kişinin lüzumsuz söz ve işi terk etmesini onun müslümanlığının güzelliğine bağlamıştır. Bir başka hadislerinde de:
• “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin¸ ya da sussun” buyurumuştur.7
Hulûsi Efendi¸ Dîvan’ının çeşitli yerlerinde tatlı dilli¸ hoşgörülü olma mesajları vermektedir. Şu beyitte de gereksiz sözlerden kaçınmaya değinmektedir:
“Nidersin şol gözü dostun yüzün görmüş göz olmasa¸
Ne dersin şol sözü Hakk’a yarar olmuş söz olmasa.” 8
Divan’da ayrıca¸ insanların birbirlerini incitecek şekilde konuşmamaları¸ aksine tatlı dille her ağzın balı olmaları öğütlenmektedir:
“İncitme sen kimseyi¸ kimseye incinme hem¸
Güler yüzlü tatlı dil her ağzın balı ol.”9
İslâm dini¸ “Her iyilik sadakadır” prensibini insanlığa armağan etmiştir. Bunun içerisine¸ Allah için yapmakla yükümlü olduğumuz ibadetlerin yanında¸ kendimize ve diğer insanlara karşı yapmamız gereken iyilikler de girmektedir. Usûlüne uygun şekilde yapılacak maddi yardımlarla birlikte¸ yetiştirilen hayırlı bir evlat¸ yapılan bir hayır kurumu ya da kendisinden yararlanılacak bir ilim amel defterinde kesintisiz mükafatlara neden olabilmektedir. Sadakatin en kolay farkettirileni içten bir gülümseme¸ ya da güzel bir sözle mü’min kardeşinin kalbini ferahlatmaktır.

Dipnot
1- T. H. Weir¸"Sadaka"¸ İslam Ansiklopedisi¸ X. 22 .
2- Tirmizi¸ (26) Birr¸ 36¸ VIII. 105.
3- Buhari¸ (78) Edeb¸ 27¸ VII. 78; Müslim¸ (22)
4- Buhari¸ (53) Sulh¸ 11; IV. 170; Müslim¸ (12)
5- Müslim¸ (12) Zekat¸ 68¸ I. 704¸ (hadis no: 1016).
6- İbrahim¸ 24-26.
7- Buhari¸ (78) Edeb¸ 31¸ VII. 78.
8- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulusi¸ Divan-ı Hulusi-i Darendevî¸ s. 300.
9- Ateş¸ a.g.e.¸ s. 123.
                                                                                                  İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

İSLÂM¸ İMAN¸ İHSAN

Hz. Ömer (ra)’den;
Ben Hz. Peygamber’in yanında oturuyordum. Derken¸ elbisesi beyaz¸ saçları simsiyah bir adam yanımıza geldi. Üzerinde yolculuğa delâlet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber’in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üzerine koyduktan sonra sormaya başladı: Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver. Hz. Peygamber açıkladı: “İslâm¸ Allah’tan başka ilah olmadığına ¸ Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen¸ namaz kılman¸ zekâti vermen¸ Ramazan orucu tutman¸ Gücün yettiği takdirde Beytullah’ı haccetmendir buyurdu. Yabancı: “Doğru söyledin!” diye tasdik etti. Biz hem sorup¸ hem söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu: “Bana imân hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber açıkladı: “İman Allâh’a¸ meleklerine¸ kitaplarına¸ peygamberlerine¸ ahiret gününe¸ hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır.” Yabancı yine “Doğru söyledin!” diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: ”Bana ihsan hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber açıkladı: ”İhsan¸ Allah’ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi ibadet etmendir; sen O’nu görmesen de O seni görüyor......................(Yabancı gittiğinde) Hz. Peygamber¸ “Ey Ömer¸ soru soran bu zâtın kim olduğunu biliyor musun? Dedi. Ben “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir deyince şu açıklamayı yaptı: “Bu¸ Cebrâil (as) idi. Size dininizi öğretmeye geldi.”1

Cebrâil (as)’ın insan sûretinde gelerek Hz. Peygamber’e iman¸ İslâm¸ ihsan ve kıyametin zamanı gibi konularda sorular sormasını içeren rivayet¸ “Cibril hadisi” diye meşhur olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de Rûh¸ Rasûl¸ Rûhulemîn¸ Rûhulkudüs gibi isimlerle de anılan Cebrâil (as)’ın ayetlerde diğer meleklerden ayrı olarak ismi zikredilmiş¸ farklı şekillerde önemine işaret edilmiştir. Ayrıca kimi rivayetlerde aslî sûretinde¸ kimilerinde ise beşer olarak de yer almıştır. Rasûlullah’a ilk olarak Hira mağarasında hitab eden Cebrâil (as)¸ İsrâ ve Miraç’ta ona rehberlik etmiş¸ İlâhî mesajın taşıyıcısı olmuştur. Vahiy meleği olarak bilinen Cibril (as)¸ bu hadiste insan sûretinde¸ İlâhî tâlîm ve terbiye maksadıyla gelmiştir.
Erken dönem hadis kaynakları ve Kütüb-ü Sitte olarak bilinen muteber hadis kaynaklarının tümünde yer alan Cibril hadisi¸ sıhhat yönünden de sahih¸ meşhur şeklinde nitelendirilmiştir.2
İslâm alimlerince üzerinde en çok yorum yapılan hadislerden olan Cibril hadisini pek çok muhaddiş mütekellim¸ müfessir ve fakih açıklamış ve delil olarak kullanmıştır. Hatta şer’i ilimlerin tamamının bu hadisten doğduğunu söyleyen alimler de olmuştur.
Hadiste iman¸ İslâm¸ ihsan ve kıyamet konuları Cibril’in sorduğu sorulara binâen ele alınmıştır. Hadisin farklı rivayetleri de göz önünde bulundurulduğunda imanın şu şekilde tanımlandığı görülür: İman¸ Allah’a¸ meleklerine¸ kitaplarına¸ peygamberlerine¸ ahiret gününe¸ kadere inanmaktır. İslâm ise¸ Allah’tan başka ilah olmadığına¸ Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek¸ namaz kılmak¸ zekat vermek¸ Ramazan orucunu tutmak ve gücü yettiği takdirde Beytullah’ı haccetmektir. Müslüman¸ Allah’a teslim olan kişidir¸ bu teslimiyetin ilk şartı da Allah’a ve Rasûlü’ne inanmaktır. Ancak teslim olan kalbin kâmil imana ulaşması için amellerle de desteklenmesi gerekir. Cibril hadisinde bu anlamda imanın dışavurumu olarak¸ insanın yapması gereken ibadetlere yer verilmiştir. Hz. Peygamber¸ bir başka hadisinde de İslâm’ın beş şey üzerine kurulduğunu bildirmiş ve aynı unsurları zikretmiştir.3
Mutmain bir kalp ve salih amelin yanında amelde ihlas da önemlidir. Bu anlamda ihsan¸ Allah’ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi O’na ibadet etmendir¸ şeklinde tanımlanmıştır. Kelime anlamı “iyi¸ güzel olmak¸ yaptığı işi güzel yapmak” anlamına gelen ihsan¸ insanın Allah’a huşû ile ibadet etmesi¸ ihlaslı olması demektir.
İhsan kavramı¸ özellikle tasavvufta ön plana çıkmaktadır. Cibril hadisindeki¸ ihsanın tanımına ilgi gösteren sûfîler¸ buradan hareketle murâkabe (kulun her an Allah’la birlikte olması ve O’nun tarafından denetlenmesi) anlayışını geliştirmişlerdir. Tasavvufta ihsan makamı bir hedeftir¸ bu sayede kul¸ her an Rabbi’ni anmakta¸ O’nun güzelliklerini müşâhede etmekte¸ yalnız O’na yönelmektedir. Hulûsi Efendi de Divan’ının bir çok yerinde ihsan kavramını zikretmiştir:
Her dîdeden gören O her yüzden görünen O¸
Ey göz anı görmesen de görür seni sevdiğin¸
Sanma ansız bir dem var¸ her demdir O sana yâr
Sen yâr olmasan dahi yârdır sana sevdiğin4
Hz. Peygamber’in ömrünün son döneminde¸ muhtemelen Veda Haccı sonrasında vukû bulan Cibril hadisi¸ hem gerçekleşme şekli hem de verdiği mesajlar yönünden önemlidir. İnsanlara dinlerini öğretmek amacıyla gelen Cibril (as)’ın iman¸ İslâm ve ihsan kavramlarının üzerinde durması dikkat çekicidir. Buna göre¸ tam bir teslimiyetle Allah’a teslim olmak¸ İslâm’ın emirlerini yerine getirmek¸ iman esaslarına inanmak¸ bunu yaparken de ihsana riayet etmek dinin gereğidir.

Dipnot
1- Müslim¸ İman¸1
2- Buhâri¸ İman 37¸ Müslim İmân¸ 1¸ Tirmizî¸ İmân¸ 4¸ Ebû Dâvûd Sünne 16¸ Nesâi¸ İmân 5-6¸ İbn Mâce¸ Mukaddime 9-10
3- Buhâri¸ İman 47
4- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Divân-ı Hulûsî-i Darendevî¸ c. I s. 162
                                                                                                  İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

ÖZÜN BERÂETİ

Ebû Hureyre (ra)'dan: "Her doğan çocuk temiz bir yaradılış (fıtrat) üzerine doğar¸ sonra anne-babası onu Yahudi¸ Hristiyan veya putperest yapar. Nitekim¸ her hayvan uzuvları tam ve kusursuz olarak doğar. Siz o yavruda (azalarında) eksik ve kesik bir şey görebilir misiniz?" Sonra Ebû Hureyre "isterseniz şu ayeti okuyunuz " dedi¸ Rum 30. ayeti okudu.

Dinlerin sahip oldukları insan tasavvuru¸ aynı zamanda onların temel karakterini de ortaya koymaktadır. İnsana verilen değer ve sunulan insan modeli din ve kültürün temelini oluşturmaktadır. Gerek Kur’ân-ı Kerim'den¸ gerekse Hz. Peygamber'in örnek yaşantısından ve sözlerinden anlaşıldığı üzere¸ İslam insana saygı duymakta¸ ona hak ettiği değeri vermekte¸ onu yüceltmektedir. Buna göre insan¸ doğuştan günahkâr olarak kabul edilen bir varlık değildir¸ aksine varlığın merkezinde bulunan¸ eşref-i mahlukat olandır. İslam’da asıl olan insanın özünün berâetidir. Kur’ân'da bir sureye adını veren ve Müslümanların mübarek saydığı bir gecenin de ismi olan berâet kavramı¸ temiz olma¸ arınma¸ kurtulma¸ selamete çıkma anlamlarına gelmektedir.
İslam geleneğinde "Fıtrat hadisi" olarak bilinen rivayet¸ hadis kaynaklarının pek çoğunda yer almakla birlikte¸ özellikle Buhâri¸ Müslim¸ Tirmizî¸ Ebû Davud tarafından nakledilmiştir.1 Hadisin farklı bölümlerde farklı varyantları olmakla birlikte¸ en çok Kader ve Cenaiz bölümlerinde yer almaktadır. İslam alimleri bu hadisten hareketle doğan çocuğun dini ve kaderi üzerinde kelamî tartışmalar yapmışlardır. Şerhlerin yanı sıra fıkhî eserlerde de hadise yer verilmiştir. İbn Abdilberr'in el-İstizkar adlı eserinde hadisle ilgili geniş fıkhî yorumlar yer almaktadır.2
Fıtrat¸ insanın yaradılışında getirdiği özellikleri¸ onun tabii durumudur. Genel olarak tüm insanlarda varolan¸ insanın özü¸ çekirdeğidir. Hadiste¸ her doğan çocuğun tertemiz bir yaradılış (fıtrat) üzere doğduğu zikredilmektedir. İslam alimleri burada fıtrattan kastın İslam olduğunu savunurlar. Yani insan¸ yaradılış itibariyle İslam’ı kabullenmeye müsait olarak doğmaktadır. Hadisin devamında Ebû Hureyre'nin okuduğu Rum Suresi 30. ayet de bunu desteklemektedir: "O halde Hakk'a yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın yaratmasında hiçbir değişme yoktur¸ işte dosdoğru din budur.” Müfessirler bu ayeti Hak dini kabule yönelik kabiliyet olarak yorumlamaktadırlar. İnsanın özünde Hakk'a bağlılık ve O'na inanç vardır ve bu aynı zamanda onun tabiatına da uygun olandır. İnsanlar fıtratlarına uygun davrandıklarında İslam’a yaklaşmakta¸ aksi durumda ise hem doğru olandan¸ hem de yaradılışlarından uzaklaşmaktadırlar. İslam bu yüzden fıtrat dinidir¸ insanın hem aklına mantığına¸ hem de ruhuna hitab etmektedir.
Fıtrat hadisinde değinilen bir diğer husus da temiz bir yaradılışla doğan insanın çevrenin etkisiyle daha sonra Yahudi¸ Hristiyan veya putperest olduklarıdır. Hz. Peygamber fıtrat üzere doğan insanın durumunu¸ uzuvları tam bir halde doğan behimeye (hayvan yavrusuna) benzetmektedir. Buna göre din duygusu insanın doğuştan sahip olduğu¸ özünde hep var olan bir ihtiyaçtır. Ancak¸ aile¸ çevre vb. etkenler sebebiyle bazen gizlenmekte¸ bazen açığa çıkmakta¸ kimi zaman da¸ farklılaşıp özünden farklı bir halde karşımıza çıkmaktadır. Kur’ân-ı Kerim'in ifadesiyle¸ kimi zaman başlarına bir kötülük geldiğinde¸ darda kaldıklarında¸ kimi zaman da korkup aciz kaldıklarında insanlar Allah'ı anmaktadırlar. Ancak; yıldıza¸ aya¸ güneşe bakarak Yüce Yaratıcı arayışında olan Hz. İbrahim örneğinde de olduğu gibi¸ insan kendinden yüce bir güce ihtiyaç duymaktadır.3
İslam’ı aşkla yorumlayan tasavvuf¸ insandaki din duygusunu "Bezm-i elest" ile ilişkilendirir. Buna göre¸ Kur’ân-ı Kerim'de açıklandığı şekliyle ruhlar aleminde insan Rabbine söz vermiş¸ O'nunla bir ahit yapmış¸ "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" (Elestü birabbiküm) sorusunu "Evet¸ sen bizim Rabbimizsin" (Kâlû: Belâ) şeklinde cevaplamıştır.4 Hulûsi Efendi¸ Divanının çeşitli yerlerinde insanın verdiği bu söze telmihlerde bulunmaktadır. Ahde vefalı olmayı şöyle dile getirmektedir:
"Elest hitabındaki belâyı lâya sây etme
Ol hükmü unutma olan ahd ü vefayı tut"5
Bir diğer beyitte¸ Yâre duyulan aşkın Elest bezmiyle başladığı¸ o günden bugüne devam ettiği belirtilmektedir:
"Ezelde tanıyıp bilmiş o yâre yâr olan canlar
Bu âlemde bilip ânı¸ yine âna yakîn olmuş"6
"Sırr-ı nefahtü"ye mahzar olan¸ ruhunda yaratıcıdan izler taşıyan bu yüzden yeryüzünde O'nun emanetçisi durumunda olan insan Bezm-i elest'te verdiği sözle sorumluluk da üstlenmiştir. Bu yüzden özüne sadık kalmalı¸ ahdine sahip çıkmalıdır. Hulûsi Efendi'nin şu sözleri insanın misyonunu özetler niteliktedir:
"Ey insan! Bil ve âgâh ol ki¸ sen oyuncak olarak yaratılmadın. Bil ki¸ bu güzergâh-ı fânide senin uhde-i insaniyetine tevdi olunan iş pek büyük ve kadrin ziyade-i âlîdir. Ezelî olmadığına bakma! Çünkü ebedisini Eğer ki cesedinle hâki ve suflîsin ama hakikat-i ruhunla ulvî ve rabbanisin…"

 Dipnot
1- Buhari 23/93¸ 82/3; Müslim 4/2047; Ebu Davud 39/17; Tirmizi 30/5
2- İbn Abdilberr¸ el-İstizkar¸ 8/370-409
3- En'am¸ 76-78
4- Araf¸ 171-172
5- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Divân-ı Hulûsî-i Darendevî¸ s. 18
6- Ateş¸ Dîvan¸ s. 89
7- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Şeyh Hamid-i Velî Minberinden Hutbeler¸ 99. hutbe
                                                                                                   İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

ÖNCE NİYET…

“Hz. Ömer (ra)’dan¸ Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
Ameller niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır. Her kimin hicreti Allah ve Rasûlüne ise (onların rızasına yönelik ise) onun hicreti Allah ve Rasûlü için olmuş olur. Her kimin hicreti de kavuşacağı bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı ise¸ onun hicreti de o şeylere olur.1”

“Ameller Allah rızası gözetildiğinde ve samimiyetle yapıldığında değer kazanmaktadır. Bu da¸ ihlasla yapılan niyetle mümkündür. Niyetin temizliği ve ona yüklenen anlam ölçüsünde davranışlar semeresini verir.”

İnsan¸ sahip olduğu maddi-manevi özellikleriyle yaratılanların en mükemmelidir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “ahsen-i takvîm” olan insan¸ yaratılanların en şereflisi¸ Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Bu derece önemli olan insanın değeri ise davranışları¸ eylemleri ile ölçülür. İnsanın varlığının anlamı amelleridir; amellerini anlamlı kılan ise onların temelini oluşturan niyetleridir.
Niyet konusunu ele alan “ameller niyetlere göredir” hadisi¸ muteber hadis kaynaklarının tümünde yer almaktadır. Başta Buhari olmak üzere birçok alim eserine bu hadisle başlamıştır. Hadise verilen önemden dolayı kimi alimler de niyet hadisinin İslâm’ın üçte birini oluşturduğunu söylemişlerdir.
Niyet¸ dinimizin üzerinde önemle durduğu hususlardandır. Arapça’da ”kasd” anlamına gelen niyet¸ davranışları harekete geçirmekte¸ onların arka planını oluşturmaktadır. Davranışların temelini oluşturan niyete göre ameller değer kazanmaktadır. Dinî açıdan¸ öncelikle ibadetlerin makbul olması için niyet şarttır. Niyetsiz namaz¸ oruç ya da hac geçerli değildir.
Niyetin yalnız dille yapılması yeterli değildir; esasında kalbin fiili olan niyetteki samimiyete göre davranışlardan sonuç alınır. Bunun yanında¸ niyetin halis bir kalple¸ samimi duygularla¸ yalnız Allah rızası gözetilerek yapılması gerekmektedir. Amelleri yalnız Allah’a has kılma Kur’an-ı Kerim’in de üzerinde önemle durduğu hususlardandır. Hacc Suresi 37. ayette “Kesilen kurbanların ne etlerinin ne de kanlarının Allah’a ulaştığı¸ yalnız takvanın göz önünde bulundurulacağı” belirtilmiştir. Buna göre amellerin salih olması için kalplerde taşınan niyetlerin halis olması gerekmektedir. Nitekim Hz. Peygamber bir hadisinde “Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar¸ O sadece sizin kalplerinize ve amellerinize bakar” buyurmuştur.2 Esas olan niyet olduğu içindir ki¸ kişinin hayırlı bir işe niyet edip yapamaması durumunda o işin sevabını alacağı müjdelenmektedir: “ Her kim iyilik yapmayı gönlünden geçirir de yapmazsa Allah ona katında tam bir iyilik yazar. Şayet iyiliği yapmak ister ve yaparsa Allah onu nezdinde on sevaptan yedi yüze ve daha fazlasına katlayarak yazar. Eğer bir kötülüğü gönlünden geçirir ve yapmazsa onu tam sevap olarak yazar. Kötülüğü gönlünden geçirir ve yaparsa onu bir günah olarak yazar.”3 Hadiste de belirtildiği üzere içtenlikle bir iyilik için niyet edilmesi onu yapmak gibi olmakta ve Rabbimiz tarafından karşılığı kat kat verilmektedir. Bu şekilde sadaka vermeye gücü yetmese de bunu istemesi halinde kişi sadaka sevabı almakta¸ kimi zaman kişinin uykusu bile ibadet haline gelebilmektedir.
“Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır”4 hadisinde de¸ mü’min olmaktan kaynaklanan bir lutfa işaret edilmektedir. Zira mü’min her işinde Hakk’ın rızasını gözeten kişidir. Amellerde Allah rızası dışında bir gaye olduğunda ise ikiyüzlülük ve riya meydana gelir. Kalpteki ihlaş buna bağlı olarak da niyet bozulmuş olur. İyi niyetle yapılmayan¸ riya ve gösterişe dayanan amelin ise Allah katında hiçbir değeri yoktur. Muhakkak ki¸ “Allah sadece halis niyetle ve kendi rızası için yapılan ameli kabul eder”.5 Hulûsi Efendi¸ mü’min için esas olanın rıza-i Hakk olduğunu Divan’ında şu şekilde dile getirmiştir:
Kimi kahr u lütfun bir bilip razı olur
Kimi kahr u lütfun bilmez derd ile mihnettedir
Kimi cennet ile hûri kimi gılman isteğinde¸
Kimi rıza-i Hakk ile ru’yettedir6
Ameller Allah rızası gözetildiğinde ve samimiyetle yapıldığında değer kazanmaktadır. Bu da¸ ihlasla yapılan niyetle mümkündür. Niyetin temizliği ve ona yüklenen anlam ölçüsünde davranışlar semeresini verir. Bu yönüyle insan için ruh ne kadar önemliyse¸ davranışlarda da niyet o kadar önemlidir. Bu nedenle iyi niyetle yapılan işlerin ihlasa ve kurbiyete¸ kötü niyetle yapılan işlerin ise riya ve ikiyüzlülüğe neden olduğu unutulmamalı ve öncelikle niyetin sağlıklı olmasına dikkat edilmelidir.

Dipnot
1- Buhari¸ Bedü’l-Vahy 1; Müslim¸ İmare 155; Ebu Davud¸ Talak 11
2- Müslim¸ Birr 33; İbn Mace¸ Zühd 9; Ahmed b. Hanbel¸ 2/285¸539
3- Riyazü’s Salihin Tercümesi 1/18
4- El-Firdevs bi Me’sûri’I-hitab 4/285
5- Nesai¸ Cihad 24
6- Ateş¸ Osman Hulûsi¸ Divan-ı Hulûsi-î Darendevî¸ İstanbul 1986¸ s. 44
                                                                                                  İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

            İMANIN TADINA ERMEK…

Bir kimsede şu üç özellik bulunursa imanın tadını duyar. Allah ve Peygamberi kendisine başkalarından daha sevgili olursa¸ sevdiği kimseyi yalnız Allah için severse¸ Allah onu inkârcılıktan kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmazsa.”1

Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah¸ rahmetinin tezahürü olarak kalplere sevgiyi yerleştirdi. Sevginin sıcaklığıyla gözler gülümsedi birbirine¸ gönüller sevgiyle kaynaştı¸ farklı renkler¸ ırklar¸ diller bir oldu. Bu sevgi mayasıyla kendini sevdi insanoğlu¸ insanları sevdi¸ tüm mahlukatı sevdi¸ hülasa sevgi insana evreni sevdirdi. Tüm sevgilerin içinde en yücesi ise kuşkusuz O’nun¸ sevgiyi var edenin sevgisiydi. Varlığın¸ kalplerin ve en yüce sevginin sahibini sevmekle hayat buldu her şey. O’nun aşkıyla aydınlandı karanlıklar¸ varlık¸ insan¸ hayat¸ zaman ve tüm değerler bu nurla anlam kazandı¸ kendini buldu. Bu sevgiyle dirilişin adı ise imandı…
İnsanın benliğini tehdit eden tüm korkulardan sıyrılma¸ emniyette¸ güvende olma anlamını taşıyan¸ e-m-n fiil kökünden gelen iman sözcüğü¸ bu anlamına paralel olarak aslında insanın kendisini en Emîn olana emanet etmesi¸ O’nda huzur bulmasıdır. Zira kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.2 Allah¸ engin rahmeti gereği kullarının imanla aydınlanabilmeleri için onlara akıl nimetini bahşetmiş¸ vahiy göndermiş¸ elçileriyle insanları doğru yola çağırmıştır. Risalet görevini en son yerine getiren¸ insanları imana çağıran¸ alemlere rahmet Allah Rasulü hadislerinde imanın nasıl olması gerektiğinden¸ şartlarından¸ şubelerinden¸ imanı artıran ve azaltan davranışlardan¸ iman edenlerin özelliklerinden bahsetmiş¸ örnek yaşantısıyla¸ imanın hayata ilmik ilmik¸ nakış nakış nasıl dokunduğunu göstermiştir. Buhari¸ Müslim¸ Tirmizî ve İbn Mâce tarafından nakledilen bir hadiste Allah Rasulü¸ imanın tadını tam olarak hissettirecek üç haslet zikretmektedir:
“Bir kimsede şu üç özellik bulunursa imanın tadını duyar.
- Allah ile Peygamberi kendisine başkalarından daha sevgili olursa¸
- Sevdiği kimseyi yalnız Allah için severse¸
- Allah onu inkarcılıktan kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmazsa.”3
Hadiste imanın tadına ermenin ölçüsü olarak öncelikle Allah ve Rasûlünü tüm sevgilerin merkezine yerleştirmek¸ hayata yön veren değerlerin şekillenmesinde yine bu sevgiyi esas almak zikredilmiştir. Zira iman¸ kalbin Allah aşkıyla dolmasıdır. Bununla birlikte insanın hoşuna giden¸ gönül bağladığı¸ çoğu zaman sevmekte ölçüyü kaçırdığı tüm dünyevi sevgiler¸ (ayette belirtildiği üzere) babalar¸ oğullar¸ kardeşler¸ eşler¸ akrabalar¸ elde ettiğiniz mallar¸ durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret¸ hoşunuza giden evler4 ve niceleri ilahî sevginin yerine konulmamalıdır. Hadiste dikkat çekilen ve Allah sevgisinden sonra zikredilen peygamber sevgisi imanın tadını almak isteyenlere yol göstericidir. Kur’an-ı Kerim’de de Allah ve Peygamber sevgisine birlikte yer verilmiş¸ peygambere ittiba Allah’ın sevgi ve mağfiretinin ön koşulu sayılmıştır: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki¸ Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.5 Ashabın peygambere olan bağlılığı onların imanın tadına vardıklarının göstergesidir. Zira “Anam babam sana feda olsun Ya Rasûlallah” ifadesiyle dillerden dökülen peygamber aşkı¸ ashabın onu mallarından¸ canlarından¸ evlatlarından¸ anne ve babalarından daha çok sevdiğinin göstergesidir. Nitekim Allah Rasulü ”Sizden biriniz¸ beni anasından-babasından¸ çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz”6 buyurmuşlardır. Sahabe¸ hayatın her anında Rasulullah’la beraber olmuş¸ imanı onunla tatmış¸ erdemleri onun rehberliğinde özümsemiş¸ sevgiyi de ondan öğrenmiştir. Buna göre sevgi¸ kalbi tüm yalancı sevgilerden temizleyip merkezine muhabbetullahı yerleştirmektir. Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre¸ Rasulullah (s.a.v) mescitten çıkarlarken yanlarına bir adam gelir¸ kıyametin ne zaman kopacağını sorar. Peygamber Efendimiz (s.a.v)¸ kıyamet için ne hazırladığını sorduğunda ise çokça namaz ve oruç hazırlamadığını¸ ancak Allah ve Rasûlünü sevdiğini söyler. Bunun üzerine Rasûlullah “Kişi sevdiğiyle beraberdir”7 buyurur.
İmanın tadına varabilmek için Allah Rasulünün tavsiyeleri arasında sevdiği kimseyi herhangi bir sebeple değil de¸ sadece Allah rızası için sevmek zikredilmiştir. Bu şekilde kişi Allah için sevdiğinde karşısındakinden herhangi bir beklenti içine girmeyecek¸ kusurları örtecek¸ insanların güzel yönlerini keşfedecektir. Alemlere rahmet olan¸ merhamete ve sevgiye susayan insanlığa her sözüyle rahmet mesajları veren Rasulullah Efendimiz¸ insanların birbirlerini sevmelerinin imanî boyutunu dile getirmiş¸ böylece yalnız yaşadığı asrı değil¸ çağları aydınlatmıştır: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz¸ birbirinizi sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş sayılmazsınız.”8
İmanın tadına varmanın ölçüsü olarak zikredilen bir diğer husus da gönlün iman nuruyla aydınlanıp¸ Allah¸ Rasulü¸ ve onun sevdikleriyle dolduktan¸ hayat ve ölüm bu nurla değer kazandıktan sonra küfrün karanlıklarında kaybolmanın ateşe atılmakla eşdeğer görülmesidir.
İman¸ sevgiyle arınmış bir kalp demektir. Tüm sevgilerin içinde en çok Allah ve Rasulünü sevmektir. Kalbin merkezinde iman¸ hayatın merkezinde iman dolu bir kalp olmalı ve bu kalpten yansıyan sevgi ışığı tüm mahlukatı ısıtmalıdır. İşte o zaman hakiki imanın tadına varılabilir. Hz. Dâvud duasında bunu ne güzel dile getirmektedir: “Allah’ım senden seni sevmeyi¸ seni seven kişiyi sevmeyi¸ senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah’ım senin sevgini bana kendimden¸ ailemden ve soğuk sudan daha sevimli kıl...”9

Dipnotlar
1- Buhari¸ İman 9¸ had. no: 16; Muslim¸ İman 15¸ had.no: 67; Tirmizi¸ İman¸ 10¸ had. no: 2624; İbn Mace¸ Fiten 23¸ had. no: 4033.
2- Râd¸ 13/28.
3- Buhari¸ İman 9¸ had. no: 16; Muslim¸ İman 15¸ had.no: 67; Tirmizi¸ İman¸ 10¸ had. no: 2624; İbn Mace¸ Fiten 23¸ had. no: 4033.
4- Tevbe¸ 9/24.
5- Âl-i İmran¸ 3/31.
6- Buhâri¸ İman 8¸ had. no: 14; Muslim¸ İmân 70¸ had. no: 240.
7- Muslim¸ Birr 50¸ had. no: 162.
8- Muslim¸ İman 22¸ had. no: 93.
9- Tirmizi¸ Daavât¸ 72¸ had. no: 3490.
                                                                                                   İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

          MERHAMETLİ OLUN' MERHAMET BULUN...

Merhametli olanlara Rahman (olan Allah) merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki¸ göktekiler de size merhamet etsin.”
Rahman ve Rahim olan Allah¸ tüm varlıkları rahmetiyle yarattı. Rahmet¸ kullarına karşı Raûf olan Rabb’in her nimetine sinmiştir. İlahi bir lütuf olan rahmetle insana hayat bahşedildi¸ türlü nimetler verildi. Rahmetim her şeyi kuşatmıştır2 ilahi nidasıyla kimi zaman müjdeli bir rüzgâr¸ kimi zaman gökten inen yağmur3¸ bazen de kalpleri kaynaştıran sevgi oldu rahmet.
Allah’ın engin merhameti Rahman ve Rahim isimleriyle ifade edilir. İnanan¸ inanmayan her kul¸ bu isimlerin tecellisiyle hayat bulmuştur. Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah¸ rahmetinin yansıması olarak müminler için öğüt¸ şifa¸ hidayet ve rahmet olan Kur’an-ı Kerim’i4 indirmiştir. Bunun yanında âlemlere rahmet olarak gönderdiği Rasûlü¸ insanlar için her zaman şefkat ve merhamet kaynağı olmuştur. Zira merhamet onun zatıyla bütünleşmiştir. İlahi rahmetin yeryüzündeki müşahhas örneği olan Allah Rasûlü’nün her anı rahmettir. Konuşması rahmet¸ daveti rahmet¸ duası rahmet¸ hâsılı tüm âlemler için varlığı rahmet…
Müminlere karşı çok şefkatli olan rahmet peygamberinin sözleri de insanları sevgi ve merhamete çağırmaktadır: “Merhametli olanlara Rahman (olan Allah) merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki¸ göktekiler de size merhamet etsin.5” “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.6” Hadislerde Allah’ın merhametine nail olmanın¸ gökteki meleklerin mağfiret dualarını almanın ölçüsü olarak yeryüzündeki canlılara merhametle davranmak emredilmektedir.
Merhamet kelimesinin kökü olan rahmet kelimesi¸ Allah’ın kullarına olan ihsan ve lütfuyla birlikte sevgi ve şefkatini de ifade etmektedir. Özü ve sözüyle rahmete çağıran Peygamberimiz¸ Merhameti Rahman’dan bir damar7 şeklinde tanımlamıştır. Nitekim başka bir hadislerinde “Allah’ın rahmeti yüz parçaya ayırdığını¸ doksan dokuzunun kendisine ait olduğunu¸ bir parçanın ise yeryüzündekilere verildiğini”8 belirtmektedir. İşte insanlar ve hayvanlardaki merhametin kaynağı budur. Bu lütuf ile insanlar birbirlerini sevmekte¸ anne yavrusuna şefkat göstermektedir. Ancak Allah’ın kullarına olan rahmeti¸ en şefkatli varlık olan annenin yavrusuna olan sevgisi ile dahi kıyaslanamaz
Allah’ın rahmetinin en büyük tezahürü olan Allah Rasûlü¸ her haliyle merhamet kaynağıdır. O rahmet pınarıdır. O¸ hanımlarına iyi bir eş¸ çocuklarına şefkatli bir baba olmuş¸ yetimlerin başını okşamış¸ fakirlerle yemeğini paylaşmış¸ hayvanlara dahi merhametle muamelede bulunmuştur. Müminlere çok düşkün olan Hz. Peygamber¸ özellikle inananlar arasında bu duyguların yerleşmesi için çalışmış ve müminlerin tek vücut olup sevinç ve acılarını paylaşmalarını öğütlemiştir.9 Müminler arasında sevgiyi yaymak¸ merhameti gönüllere nakşetmek için kin¸ düşmanlık¸ hased¸ gıybet yasaklanmış¸ bunların yerine selamlaşma¸ hediyeleşme¸ sadaka¸ sıla-i rahim tavsiye edilmiştir.
Rahmetini çocuklardan da esirgemeyen¸ onları öpen¸ başlarını okşayan¸ onlarla şakalaşan Allah Rasûlü’nün bu samimiyetini gören Akra b. Hâbis bu duruma şaşırmıştır. Kendisinin çocuklarını hiç öpmediğini söylemiş¸ Peygamberimiz (s.a.v) de “Allah senin kalbinden merhameti söküp atmışsa ben ne yapabilirim”10 buyurmuştur. Yine Allah Rasûlü kızı Zeyneb’in çocuğu can çekişirken ağlamış ve buna şaşıranlara da “Bu bir rahmettir. Allahu Teala onu kullarının kalplerine koymuştur. Allah ancak merhametli olan kullarına rahmet eder”11 buyurmuştur. Allah’ın rahmetine nail olmanın ölçüsü mahlûkata merhametli davranmaktır. Buna hayvanlara iyi muamele de dâhildir. Zira her canlının hayatı muhteremdir ve taşıdığı candan ötürü merhametle muameleye müstahaktır. Bir rivayette fahişe bir kadının dahi susuzluktan kıvranan bir köpeğe su vermesi nedeniyle Allah’ın affına nail olduğu anlatılmaktadır.12 Bir başka hadiste ise bir kediyi hapsederek aç ve susuz bırakan bir kadının¸ bu davranışından dolayı azabı hak ettiğinden bahsedilmektedir.13 Şu halde Allah’ın merhameti ya da azabı mahlûkata yapılan muamele ile bağlantılıdır. İman nuruyla zihni aydınlanan¸ ilahi rahmetle gönlü temizlenen mümin¸ her canlıya merhametle yaklaşmalıdır.
Rahman ve Rahim olanın adıyla yaşanan bir hayatta mümin¸ rahmet insanı olmalıdır. Bu şuurla yaşanan ömürde hiçbir cana karşı zulme yer yoktur. Çağımızın merhamet bekleyen dünyasına inanmış insan rahmet esintileri taşımalıdır. Yaratılanları Yaradan’a duyulan aşktan dolayı seven; âlemdeki her canlıya bu gözle bakan ve Allah’a imandan sonra mahlûk-u Huda’ya şefkat umdesi kadar güzel bir şey olmadığını düşünen Hulusi Efendi¸ herkesi merhametli olmaya şöyle çağırmaktadır: Güneş gibi şefkatli¸ yer gibi tevazulu¸ Su gibi sehavetli¸ merhametle dolu ol…14

Dipnotlar
1- Ebû Davud¸ Edeb 58¸ had. no: 4941.
2- Arâf 7/156.
3- Arâf 7/57.
4- Yunus 10/57.
5- Ebû Davud¸ Edeb 58¸ had. no: 4941.
6- Muslim¸ Fedâil 15¸ had. no: 66; Tirmizî¸ Birr 16¸ had. no: 1922.
7- Tirmizi¸ Birr ve Sıla 16¸ had. no: 1924..
8- Buhari¸ Edeb 19¸ had. no: 6000.
9- Buhari¸ Edeb 27¸ had. no: 6011.
10- Buhari¸ Edeb 18¸ had. no: 5997.
11- Buhari¸ Merdâ 9¸ had. no: 5655.
12- Buhari¸ Bed’ü’l-Halk 17¸ had. no: 3321.
13- Müslim¸ Birr ve Sıla 134¸ had. no: 6677.
14- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Divân-ı Hulûsî-i Darendevî¸ İstanbul¸ 1986¸ s. 123
                                                                                                   İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

İNANÇ DEĞERLERİYLE VE ONURLA YAŞAMANIN SIRRI

Helal belli¸ haram da bellidir. İkisi arasında da şüpheli olan bazı şeyler vardır; çoğu kimse bunları bilmez. Şüpheli şeylerden sakınan kişi inanç değerlerini (dinini) ve onurunu korumuş olur. Şüpheli şeylere düşen ise harama düşmüş olur. Böyle bir kimse¸ tıpkı sürüsünü koruluk etrafında otlatan bir çoban gibi¸ her an yasak kısma girebilir. Unutmayın ki¸ her hükümdarın kendine mahsus bir koruluğu olur. Allah’ın yeryüzündeki koruluğu (yasakları) da haram kıldığı şeylerdir. Yine unutmayın ki¸ insanda bir et parçası vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; şayet o bozulursa bütün vücut bozulur; işte o¸ kalptir.” (Hadis-i Şerif)

İnsana akıl ve irade bahşederek onu yeryüzünde halife kılan alemlerin Rabbi¸ insanın huzur ve mutluluğu için bazı sınırlamalar getirmiştir. Helaller ve haramlar olarak belirlenen bu ilahi sınırlara riayet ettiği zaman insan¸ fıtratına uygun olarak hareket etmiş olmakta¸ kulluk bilincinin farkına varmakta¸ nihayetinde Rabbi’nin rızasını kazanarak her iki âlemde de huzura kavuşmaktadır.
Müslümanın hayatının her ayrıntısına ışık tutacak¸ her mekân ve zamanda ona yol gösterecek emir ve yasaklar¸ Allah ve Rasûlü tarafından belirlenmiştir. Allah’ın çizdiği sınırlar dahilinde yaşamanın gerekliliği ayet ve hadislerde her fırsatta dile getirilmektedir. Ümmetine çok düşkün olan Peygamber Efendimiz (s.a.v)¸ Buhârî¸ Müslim ve İbn Mâce tarafından rivayet edilen bir hadislerinde oldukça veciz biçimde bu sınırlara şöyle dikkat çekmektedir:
“Helal belli¸ haram da bellidir. İkisi arasında da şüpheli olan bazı şeyler vardır;¸ çoğu kimse bunları bilmez. Şüpheli şeylerden sakınan kişi inanç değerlerini (dinini) ve onurunu korumuş olur. Şüpheli şeylere düşen ise harama düşmüş olur. Böyle bir kimse¸ tıpkı sürüsünü koruluk etrafında otlatan bir çoban gibi¸ her an yasak kısma girebilir. Unutmayın ki¸ her hükümdarın kendine mahsus bir koruluğu olur. Allah’ın yeryüzündeki koruluğu (yasakları) da haram kıldığı şeylerdir. Yine unutmayın ki¸ insanda bir et parçası vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; şayet o bozulursa bütün vücut bozulur; işte o¸ kalptir.” 1
Hadis-i şerifte Allah Rasûlü¸ helal¸ haram ve bunlar arasında kalan şüpheli şeylerden söz etmekte¸ söylediklerini muhataplarının zihinlerine nakşedebilmek için konuyu bir benzetmeyle açıklamaktadır. Buna göre¸ İslâm dini doğruyu yanlıştan¸ hakkı batıldan ayırmış¸ insanı her iki alemde de mutluluğa ulaştıracak helal ve haramlar tespit etmiştir. Ayrıca harama götüren şüpheli bir takım şeylere de dikkat çekmiştir ki¸ bunlar adeta bir hükümdarın yaklaşılması yasak olan koruluğu gibidir. Hadiste haramlarla ilgili olarak sınırları aşmaktan değil¸ sınırlara yaklaşmamaktan bahsedilmektedir. Zira şüpheli görülen davranışlar önemsenmezse¸ insan farkında olmadan sınırları aşabilir ve kendini o yasak bölgede bulabilir. Hadisin sonunda ise Allah’ın koyduğu sınırlara riayet edebilmenin kaynağına işaret edilerek¸ insanın irade ve vicdanını sembolize eden yüreğine işaret edilmiştir. İnsanın vücudunun ve amellerinin sağlıklı olması için kalbinin önemi hatırlatılmıştır.
Vücudun merkezi durumunda olan kalp¸ aynı zamanda insanın düşünme¸ idrak etme hissetme yetisini sembolize eder. Bu yönüyle kalp insanın hayatının da merkezi konumundadır. Arapça’da ‘k-l-b’ kökünden gelen ve çevirmek¸ döndürmek¸ değiştirmek anlamı taşıyan kalp2¸ yapısı itibariyle de değişken olup farklı renklere bürünebilmektedir. İlahi vahyin muhatabı olan kalpler¸ imanla tanışarak huzur ve sekînete erebildiği gibi¸ inkârcılığın kasvetiyle perdelenerek doğru ve yanlışı ayırt etme kabiliyetini yitirebilmekte¸ nihayetinde mühürlenebilmektedir. Nitekim kalbin bu özelliğinin farkında olan Peygamberimiz (s.a.v)¸ “Ey kalpleri değiştiren¸ evirip çeviren Allah¸ kalbimi dinin ve taâtin üzerine sabit kıl”3 şeklinde duada bulunmuştur. Nazargâh-ı Huda olan kalp¸ insanın iyiyi kötüden¸ günahı sevaptan ayırt edebilme yetisinin de temsili mekanıdır. Bu yüzden¸ iyilik¸ kalbin onayladığı4¸ günah ise gönlü tırmalayıp durduğu halde insanların bilmesini istemediğimiz şey 5 şeklinde tanımlanmıştır. Ancak hayrı ve şerri ayırt etme kabiliyeti salim kalbin özelliğidir. Günahlarla kirlenmiş bir kalp ise zamanla körleşebilmektedir. Rasûlullah Efendimiz¸ hadislerinde bu tehlikeli duruma şu şekilde işaret etmektedir: “Mümin bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer o günahı hemen bırakıp tevbe ederse¸ kalp eski berraklığına kavuşur. Günah işlemeye devam ederse¸ siyah noktalar gittikçe çoğalır ve sonunda kalbini büsbütün kaplar.” 6 Günahların kirlettiği kalpte ancak kin¸ nefret¸ kibir¸ haset barınabilmekte¸ neticede kalpler safiyetini yitirmekte ve kararmaktadır. Allah’ın sınırlarına uyarak¸ kalbini iman nuruyla aydınlatan kişi¸ salih amel¸ zikir¸ şükür¸ sabır¸ tevbe ve tevekkülle kalbini manevi hastalıklara karşı korumaktadır.
Kalp¸ Allah’ın nazargâhıdır¸ zira Allah için önemli olan insanların kalplerinde taşıdıklarıdır. Kalp¸ aşk-ı ilahînin mahalli olması dolayısıyla gönül ilmi olarak bilinen tasavvufta da önemlidir. Mutasavvıflar tarafından genellikle gönül¸ dil¸ nazargâh-ı ilahî olarak isimlendirilen kalp¸ Beytullah kadar değerli görülmüş¸ kalp kırmak Kâbe’yi yıkmakla bir sayılmıştır. İlahî aşkı mısralara döken mutasavvıflardan olan Hulûsi Efendi de gönlü küntü kenzen sırrının hazinesi¸ Huda’nın mahremi¸ Kâbetullah¸ Safa¸ Merve ve Hicaz’ı olarak tanımlamıştır:
Hudâ’nın mahrem-i râzı gönüldür
Makam-ı kuds-i şehbâzı gönüldür
Demişler gönüldür Kâbetullah
Nazargâh-ı Hudâ şâzı gönüldür
Çıkardıkta kamuyu ara yerden¸
Safâ ve Merve Hicaz’ı gönüldür.7
Kâbe misali değer verilen ve yüce sayılan gönül¸ ıslah edilmeli ve her türlü kötü düşünceden temizlenmelidir. Zira temiz bir hayat¸ hayatımızın merkezinde bulunan temiz bir kalple mümkündür. Ancak günahlardan sâlim olan kalple salih davranışlarda bulunulabilir. Allah’ın çizdiği sınırlara sadık kalmanın ölçüsü de budur.

Dipnotlar
1- Buhârî¸ İman 39¸ hadis no: 52; Muslim¸ Müsâkât 20 ¸ hadis no: 107; İbn Mâce¸ Fiten 14¸ hadis no: 3984.
2- Mutçalı¸ Serdar¸ Arapça-Türkçe Sözlük¸ Dağarcık Yay.¸ İstanbul 1995¸ s. 728.
3- Muslim¸ Kader 2¸ hadis no: 17; Tirmizî¸ Daavât¸ 89¸ 124¸ hadis no: 3522¸ 3587.
4- Ahmed b. Hanbel¸ Müsned¸ IV¸ 227¸ 228.
5- Muslim¸ Birr 5¸ hadis no:14¸ 15.
6- İbn Mâce¸ Zühd 29¸ hadis no: 4244.
7- Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Divân-ı Hulûsî-i Darendevî¸ İstanbul¸ 1986¸ s. 41.
                                                                                                   İlahiyatçı-yazar.  Rukiye AYDOĞDU

 
  TOPLAM 55789 ziyaretçi devecilerkoyu.tr.gg

Google
 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol